Yasin Suresi Tefsiri


TEFSİRİ
    “İnne likülli şey-in galben, vegalbülgur-êni yêsîn; vemen garae yêsîn, ketebellâhü lehê bigırâetihê gırâetülgur-êni aşere merrât”:
   “Kuşkusuz, her şeyin bir kalbi vardır. Kur’an’ın kalbi de Yasin’dir. Kim Yasin’i okursa, Allah onun okumasına, Kur’an’ı on kez okumuş gibi sevap yazar.” (ehracehüttirmizî vegâle: hadîsün ğarîbün. Muhtasar İbni Kesir Tefsiri, 3/154. Muhammed Ali Sâbûnî. Tirmizî, Fezâilül-kur’ân: 7; Tirmizî bu hadis için “garîb” demiştir. H. Döndüren. 1022).
   Bu hadisin rivayeti zayıftır. Çünkü bir mükâfata nâiliyet, çekilen zahmet miktarıncadır. Bir sûre-i mubârekeyi okumakla, bütün Kur’an’ı okumak elbette ki müsavi olamaz.
{Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, Cilt: 6, Sh: 2958,2959. Ö. N. Bilmen}
   Hadisin sıhhat durumu tartışmalı olmakla beraber, öteden beri İslâm âlimleri Rasûlüllâh’ın bu sûreye özel bir ilgi gösterdiği kanaatini taşımışlar ve Müslümanlar da Kur’an tilâvetinde ona ayrı bir yer vermişlerdir. Râzî’nin belirttiği üzere bu sûrenin İslâm inançlarının üç temel dayanağının, en güçlü delillerle işlenmesine hasredildiği söylenebilir. Bu üç temel umde, Allah’ın birliği, peygamberlik müessesesi ve âhiret mevzuudur. Şöyle ki: 3. ayetten itibaren peygamberlik müessesesi üzerinde durulmuş; devamındaki ayetlerde Allah’ın birliği ve eşsiz gücü, öldükten sonra dirilmenin ve ilâhi huzurda yargılanmanın kaçınılmazlığı ortaya konmuş, son ayette de yine bu iki nokta yani (vahdâniyet ve haşir) özetlenmiştir. Kur’an’dan bu ölçüde de olsa nasibini alan kimse, artık kalbinin payı olan imanı elde etmiş demektir.
{Kur’an Yolu, 4/473-474. Heyet. D.İ.B.}
   İbni Hibban, “Ölülerinize Yâsin okuyunuz” hadisini, ölmüşlere değil, ölmek üzere olan kimselere okuyunuz diye tefsir eder.
{Evrensel Çağrı, 1022, not: 2. Prof. Dr. Hamdi Döndüren}
     Sûrenin konusu “yeniden diriliş”tir.  Hz. Peygamber’in bu sûreyi hassaten ölmek üzere olan insanlara okuma-hatırlatma tavsiyesi, bu ana tema bağlamında anlaşılmalıdır  (Ebû Davud ve İbn Hibban).
{Hayat Kitabı, 871. M. İslâmoğlu}
   *Manen ölü olanlar da kastedilmiş olabilir. Okuyunuz ki, onlar da Kur’an’ın diriltici soluğuyla hayat bulsunlar, kendilerine gelsinler. Lütfen 70. Ayetin açıklamasına da bakınız.
1-Ey  Efendi /Ey Nebî /Ey olgun insan! Mevdûdî ve H.B.Çantay/Kur’an Yolu ve Hülâsatül-Beyan
   Ya-Sin tabiri, İbni Abbas (r.a.) hazretlerinden rivayet olunduğuna göre, “ey kişi, ey insan” demektir. Müfessirlerin ekserisine göre ise, “Ya Muhammed, Ya Seyyidelbeşer” makamındadır. Hatta Said b. Cübeyr’den, bunun Rasûlüllâh’ın isimlerinden biri olduğu da rivayet edilmiştir.
{Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, Cilt: 6, Sh: 2918. Ö. N. Bilmen. Kur’an Yolu, 476, Heyet}
  
Tayy kabilesinin dilinde, “Ey insan” demektir. Yâ seyyid (Ey efendi) anlamı da verilmiştir. Kastedilen Hz. Muhammed (s.a.v)’dir.
{Evrensel Çağrı, 1022, not: 2. Prof. Dr. Hamdi Döndüren}
   Kur’an’da Hz. Peygamber için “Ey Rasül” ve “Ey Nebî” dışındaki tek form “Ey insan” ifadesidir. Bu ifade, hem insan olmanın değerine, hem de Hz. Peygamberin insanlığına bir göndermedir.
{Hayat Kitabı, 872, not: 1. M. İslâmoğlu}
2-[Şuna] şahittir ki bu hikmetli Kur’an (Mahmut Kısa)
   Kur’an, her şeyi bilen, her şeyden haberi olan Allah’ın kelâmıdır. Onda, fizik ve metafizik âlemlerle ilgili hakikatler ve gerçekler vardır. O nedenle Kur’an’daki bilgilerin hepsi, mutlak doğrular ve hikmetlerdir.
{Beyânül-Hak, 1/301, not: 2, M. Zeki Duman}
Ayetteki hakîm kelimesi, “muhkem, sağlam; öğütleri, buyruk ve yasakları yerli yerince olan” şeklinde de anlaşılmıştır.
{Kur’an Yolu, 476. Heyet, D.İ.B.}
   Hakîm kalıbı, canlı ve bilinçli özneler için kullanılır. Kur’an için kullanılması, Kur’ân’ın muhatabını inşa eden kurucu bir özne oluşuna atıftır.
{Hayat Kitabı, 872, not: 2. M. İslâmoğlu}
3-Sen, kesinlikle [elçilik vazifesiyle] gönderilenlerdensin
   Bu ayette, isim cümlesi, yemin, inne ve lâm olmak üzere dört tekit var: Bir cümledeki bu dört pekiştirme, Nebi’yi inkârın aslında dört inkâra birden yol açtığını gösteriyor: peygamberi inkâr Kur’an’ı, Kur’an’ı inkâr ahireti, ahireti inkâr ise Allah’ı inkârı beraberinde getirir.
{Hayat Kitabı, 872,873, not: 3. M. İslâmoğlu}
4-Dosdoğru yol üzerindesin/sadece Ona kulluk etmektesin.
   Bu ayetteki “sırat-ı müstekım” kavramını, yine bu surenin 61. ayetini dikkate alarak açıkladık.
   Sırat-ı müstekım’in bir manası da, ‘dostunu ve düşmanını ayırt etmek, her zaman ve her yerde bilerek adım atmak, aldatıcılara, özellikle de şeytana aldanmamaktır (36/60,61).
{Beyânül-Hak. 1/311. Not: 9. Prof. Dr. M. Zeki Duman}
5-[Hikmetin kaynağı olan bu Kur’an],
     Kısım kısım indirildi [sana], sonsuz kudret ve merhamet sahibi tarafından.
   6-Gafil olan bir toplumu, (onunla) sakındırasın diye [küfürden] (H.B.Çantay)
       Ki ataları /peşlerine takıldıkları da sakındırıldıydı [daha önceden].  35/24.
   Ayetteki “mâ” edatının ‘mâ-i mevsûl’ olduğuna nazaran mânây-ı nazım: Şiddet-i ihtiyaçlarına binaen babalarının inzar olunduğu şeyle senin onları inzar etmen için Kur’an inzal olundu” demektir.
{Hülâsatül-Beyan, 11/4607. K.  Mehmed  Vehbi.}
Ayrıca bkz: {Kur’an’ın Anlaşılmasına Doğru, Ahmet Tekin. Tefhîmül-Kur’an, 4/510, Mevdûdî}
   *Meallerin geneli bu ayeti, “ataları uyarılmamış” şeklinde çeviriyorlar. Yukarıdaki izaha göre demek ki, “ataları uyarılmış” diye çevirmek de mümkün. Efendimiz (s.a.v.) sadece bir ırka değil de tüm insanlara gönderildiğine göre (6/19. 7/158. 34/28.), bu alternatif manayı tercih etmek daha doğru gözüküyor.  
   MÂ ÜNZİRA ÊBÊÜHÜM cümlesi, “ataları uyarılmamış” şeklinde çevrilirse, bununla olsa olsa Efendimizin ilk muhatap kitlesi olan Kureyş kabilesi ile Mekke’nin yakın çevresi kastedilmiş olabilir. 17/15. 28/46. 32/3. 34/44. ayetlerini de dikkate alarak, bu manayı tercih edenlerle etmeyenler arasında, Zemahşerî’nin (Kur’an Yolu) ve Râzî’nin (Hayat Kitabı) : “Ataları uyarıldığı halde kendileri hâlâ gaflet içerisinde bulunan bir toplumu uyarasın diye…” vermiş olduğu mana ile ortak nokta bulunabilir. Mustafa İslâmoğlu’na göre bu ayet, görev alanının kapsamını değil, başlama noktasını gösterir (26/214).
{Kısmen: Kur’an Yolu, 476, Heyet, D.İ.B. ile Hayat Kitabı, 872, not: 1. M. İslâmoğlu}
7-Onların ekserisi hakkında şu söz, cidden oldu gerçek:
    “[Ne kadar sakındırırsan sakındır], bunlar iman etmeyecek.” 2/6. 6/25. 7/187. 10/96… 25/50. 40/61.
   Tefsirler genellikle ayette geçen “söz”den maksadın, 11/119 ile 32/13’de geçen “cehennemi hem cinlerden hem de insanlardan bir kısmıyla dolduracağım” ayetinin kastedildiğini belirtirler. Râzî ise başka yorumlardan da bahseder. *Bizce de bu ayete, 47. Sûrenin 25. ayeti dikkate alınarak, daha farklı bir yorum da getirilebilir.
{Kur’an Yolu, 477. Heyet, D.İ.B.}
   *Bu surenin 48. ve 63. ayetlerinde “vaad” kelimesi bu ayette ise “kavl/söz” kelimesi geçiyor. Meallerin “azap sözü” diye benimsediği mana, bu 7. ayete değil de, daha çok 48. ve 63. ayete uygun. Nitekim bu ayeti şu şekilde çevirenler de var ki, biz de onların kastettiği manayı benimsedik.
   Andolsun ki onların çoğu hakkında şu söz gerçekleşmiştir: Onlardır inanmayanlar.” {Kur’an- Kerim Ve Meali, Abdülbaki Gölpınarlı}
   “Yemin olsun! Bizim: ‘Çoklarının inanmayacağına dair söylediğimiz söz’ gerçekleşmiştir.” {Evrensel Çağrı, Mustafa Sağ}
   8- Hâliyle geçirdik biz de boyunlarına halkalar;
    O boyunduruklar, ta çenelerine kadar dayanırlar.
    (Bu yüzden), başlarını bir türlü eğememekte/ Allâh’a kul olamamaktalar. (M. Öztürk) M.islâmoğlu
   MUGMEHÛN: Hem başkaldırı hem de zillet ve utancı anlatan çift kutuplu manası vardır. Zımnen: Allah’a kul olmamak için başkaldırırlar, fakat benliklerinin kulu kölesi olurlar.
{Hayat Kitabı, 873, not: 7. M. İslâmoğlu}
   Aşırı dünya sevgisi; mal, evlât, makam, şöhret hırsı; içki, kumar, eğlence ve zevke düşkünlük gibi şeyler, mecâzî anlamda boyna geçirilmiş tasmalara benzerler. Bunlar, o şahsın Allah’a iman edip boyun eğmesine manidir. Bu durumdaki kişi elbette yalpalayacak; sağa sola çarpacaktır.
{Beyânül-Hak, 1/302, not: 7, M. Zeki Duman}
   9-Ön ve arkalarından da birer set çektik
      Böylece, (kalp) gözlerini (adeta) perdeledik. 50/22.
      Artık görememekteler; [görüşlerini engelledik]. 2/7.
   Bu ayet, küfürde aşırı giden kişilere, iman yollarının kapalı olduğunu ifade eder.
{Evrensel Çağrı, 1023, not: 6. Prof. Dr. Hamdi Döndüren}
   Pek çok açık kanıta rağmen inatla inkârcılıklarını sürdürenler, öyle iç ve dış etkenler, öyle psikolojik ve sosyolojik şartlar ve alışkanlıklarla (meselâ: tutkular, uydurma inançlar, menfaatler, amaçlar, töreler  vs. vesaireyle) kuşatılmışlardır ki, boyunlarına çenelerine kadar dayanan boyunduruklar geçirilmiş gibidirler; kafaları yukarı kalkık, gözleri aşağıya kaymıştır; hangi yöne dönseler hidayet ışığına uzaktırlar; böbürlendikleri ve nefislerine tutsak oldukları için gerek 41/53’de sözü edilen delilleri, gerek kendilerini çevreleyen dış âlemdeki gerekse ruhî ve biyolojik yapılarındaki kanıtları artık görmezler. Boyunlarına halkalar geçirildiğinin belirtilmesi, insanın fıtratına yerleştirilen cebrî bir durumdan değil, onların kendi işledikleri suçtan ötürü gördükleri bir karşılıktan söz edildiğini gösterir; zira bunlar birer cezalandırma aracıdır, ceza ise suçun karşılığıdır.
{Kur’an Yolu, 477. Heyet, D.İ.B.}
10-Kendilerini sakındırsan da sakındırmasan da, (onlar açısından) fark etmez  (Mustafa Öztürk)
   M. Öztürk, ayete “onlar açısından” ibaresini eklemekle, bir yanlış anlaşılma problemini çözmüş bulunuyor. 5. sûrenin105. ayeti de aynen bu ayet gibi yanlış anlaşıldığında Hz. Ebû Bekir (R. A.) bir hutbesinde ayetin yanlış yorumlandığını belirterek, Allah elçisinin şu hadisini nakletmiştir: “İnsanlar kötülüğü görüp de onu değiştirmeye çalışmazlarsa, Allah’ın onlara genel bir ceza indirmesi uzak değildir.”   *Bkz: 7/164. 11/12. 43/5. 
{Evrensel Çağrı, 334, not: 64. Prof. Dr. Hamdi Döndüren}
       (Tasmalarından kurtulmak istemedikleri müddetçe), hiçbirisi imana gelmez.
   Tasmavarî bu manialar, sözgelimi kiminin kabilesi içindeki itibarı ve saygın kişiliği (74/11-25); kiminin sosyal statüsü, yüksek makamı ve toplum üzerinde sağladığı otoritesi (68/10-15); kiminin toplumdan sağladığı çıkarları; kimini de eşi veya evlatlarıdır. Kureyş’in ileri gelenlerinden biri Rasûlüllah’a şöyle demiştir: “Eğer biz seninle birlikte doğru yola uyarsak, yerimizden sökülüp atılırız” (Bilgi için bkz. 28/57).
{Beyânül-Hak, 1/302, not: 8. M. Zeki Duman}
   *Bkz: 20/57.
11-[Allâh’a] adayabilirsen adarsın sen ancak, sadece şunları
      Bu Zikr’e /yani Kur’ân’a, [cân-ı gönülden] tabi olanları. 6/19. 27/80. 30/52.
    
     
     Ve kendisini görmedikleri halde, Rahmân’a derin saygı duyanları 10/62.
      Bağışlanma ve değerli bir ödülle, [doğru yola] sevk et sen onları.
    ZİKİR’le murad; Kur’an ve Kur’ân’a uymanın manasını çokça düşünüp gereğiyle amel etmektir. Çünkü amelsiz ittibâ olamaz. (Sh:4612)
   İNNEMÂ: Rasülüllah’ın inzarından fayda görecek olanın, ancak Kur’an’a uyan kimse olup, Kur’an’a tabi olmayanların faydalanamayacaklarına işaret için, hasra/aidiyete delalet eden “innemâ” lafzı varid olmuştur. (Sh: 4612)
   Mağfiret/affolunma, Kur’ân’a uyma karşılığında; ecr-i kerim/cömertçe ödenen ücret de Allah’a gıyabında haşyet/saygı duyma mukabilindedir.
{Hülâsatül-Beyan. 11/4613. K.  Mehmed  Vehbi.}
   HAŞYET: Allah’ı tanımaktan, gereğince takdir edebilmekten kaynaklanan ve kendisinde bilgi, bilinç ve endişe bulunan bir saygı ve korku türüdür. Bk: 35/28.
{Beyânül-Hak, 1/302, not: 10, M. Zeki Duman}
12-Kesinlikle biziz biz
      Ölüleri biz diriltiriz. 50/43
   Bazı ilk dönem müfessirleri bu ayetteki “ölüleri diriltme” ifadesinden maksadın, şirkten çıkarıp imana eriştirmek olduğunu belirtmişlerdir.
{Kur’an Yolu, 478. Heyet, D.İ.B.}
     Önden yolladıkları ve geriye bıraktıkları eserlerini kaydederiz. 59/18.
      Biz her şeyi, İmâm-ı Mübîn’de /Levh-i Mahfuz’da muhafaza ederiz. 11/6. 20/52. 54/52-53. 85/21-22.
   ESERLERİ: Hayra ve şerre ait telif ve tahrir ettikleri şeyleri, faydalı ve zararlı müesseseleridir. {Sh: 2922}
   İHSÂ: Lügatte” saymak” manasınadır; mecazen HIFZ manasında da kullanılır.
{Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, Cilt: 6, Sh: 2923. Ö. N. Bilmen}
   ÖNDEN YOLLADIKLARI: Namaz, oruç, sadaka gibi iyi ameller.
   ESERLERİ (geride bıraktıkları): Hayırlı evlât, toplum yararına yapılan iyilikler ve yararlı ilim gibi şeylerdir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “İnsan ölünce ameli kesilir. Yalnız üç şey bunun dışındadır. Sadaka-i câriye, yararlı ilim ve kendisine hayır dua eden salih çocuk” (Müslim, Vasıyye:14….)
{Evrensel Çağrı, 1023, not:7. Prof. Dr. Hamdi Döndüren}
   *Mâ gaddemû, bizzat kendi yaptıkları, Êsêrahüm ise, yol açıp sebep oldukları olabilir.
   Tefsirlerde ayetin “gelecek için yaptıkları her şey ve bıraktıkları her iz” şeklinde tercüme edilen kısmı açıklanırken, bir yandan iyi olsun kötü olsun insanların bütün işlediklerinin tespit edildiği belirtilir; diğer yandan da kişinin öbür dünyada karşısına çıkacak amel defterinin ölümle kapanmadığı, yararlı bir bilgiyi öğretme veya kaleme alma, bir imkânını vakfedip kalıcı hayır yapma, insanların faydalanacakları hizmet binası, cami, misafirhane, köprü ve bunun gibi iyi eserler bırakmanın veya bazı zalim yöneticilerin yaptığı gibi insanların eziyet çekmesine, zarara girmesine yahut Allah yolundan sapmasına sebep olacak usuller ihdas etmek suretiyle geride kötü izler bırakmanın, bu iz ve eserler varlığını koruduğu sürece, insanın sorumluluk hanesine olumlu veya olumsuz puanlar halinde kaydedileceği üzerinde durulur.
      TAKDİM ETTİKLERİ: İnsanların, yaşarken işledikleri iyi veya kötü amelleridir.
ESERLERİ: İnsanların üzerinde bıraktıkları etkileri, izleri ve eserleridir.
Kişi öldükten sonra bile, eserlerinin varlığı devam ettiği sürece, onlardan sevap veya günah kazanmaları devam eder. Rasûlüllah şöyle buyurmuştur:
“Kim iyi bir uygulamaya öncülük ederse, kendisine hem o davranışın hem de kıyamete kadar onu örnek alan kimselerin sevabı verilir. Yine kim kötü bir uygulamaya öncülük ederse, kendisine hem o davranışın hem de kıyamete kadar onu örnek alan kimselerin günahı yüklenir.” (Müslim, İlim: 15; Zekât: 44, 69)
İMÂMÜN MÜBÎN: “Ümmül-kitâb” (3/7) olarak da bilinen Levh-ı Mahfûz’ dur (85/22). Bu da, evrende olmuş ve olacak her şeyin, yaratılmadan önce soyut bir proje halinde kaydedildiği levh’dir (20/52. 54/52, 53).
{Kur’an Yolu, 4/479. Heyet. D.İ.B. ile Beyânül-Hak. 1/303, not: 11. Prof. Dr. M. Zeki Duman}
  13-Onlara, malum şehir (Antakya) halkını darb-ı mesel ver; (Kur’an Yolu. Hayat Kitabı. M. Öztürk)
      Hani göndermiştik ya biz, oranın halkına da peygamberler.
   DARB-I MESEL: Garip bir hali diğer hale benzetmekten ibarettir. Bazen de tarihi bir olayı, insanlara hikâye etmekten ibarettir.
{Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri, Cilt: 6, Sh:2924. Ö. N. Bilmen}
   ASHÂBÜL-KARYE: Şehir halkı. “İnsanları toplandığı yer” manasına gelen “karye” kelimesi, sözlükte daha çok köy ve kasaba gibi küçük yerleşim merkezleri için kullanılır; fakat Kur’an’da Mekke ve Kudüs gibi şehirler için de kullanılmaktadır. 20. Ayetteki “şehrin öbür ucundan” ifadesi, burada sözü edilen yerin şehir büyüklüğünde olduğunu düşündürmektedir.
{Kur’an Yolu, 4/483. Heyet. D.İ.B}
   Bu kentin Antakya, halkının da Roma halkı olduğu söylenmiştir. O dönemde Antakya Sulukî Devleti’nin başkentidir.  
   İbni Kesir’e göre buradaki Antakya bildiğimiz Antakya değildir. Çünkü Hz. İsa’ya inanan ilk kent sakinleri Antakya halkı olup, bu halkın helak edildiğine dair açık bir delil yoktur.
   *Görüldüğü üzere müfessirler, önce 29. ayeti yanlış tefsir etmişler, daha sonra ise başka Antakya aramaya kalkışmışlar. 29. ayetin açıklamasına bakınız]. 
{Evrensel Çağrı, 1025, not: 9. Prof. Dr. Hamdi Döndüren}
14-Evet, vaktiyle biz onlara iki elçiyi birden gönderdik
      Onlar o ikisini de yalanlayınca, elçileri bir üçüncüsüyle destekledik. 50/5.
      Elçiler oranın halkına dediler ki: “Bakın biz,
      Size Allah tarafından gönderilen elçileriz.”
   İbni Kesîr’e göre, elçiler Hz. İsa’nın havarileri değil, Allah’ın elçileridir (Tefsir, 3/570, 571).
   *Bizce de bu, ERSELNÂ kelimesiyle sabit zaten.
   14. ayette, elçilerin ‘Allah tarafından’ gönderildiği ifade edildiğine göre, bunların Hz. İsa tarafından yollanan havâriler şeklinde anlaşılması isabetli olmaz. Kaldı ki, Yeni Ahid’de Antakya’ya gittiği belirtilen Barnabas, Petrus ve Paul’ün oraya gidişleri İsa aleyhisselamdan sonradır (Rasüllerin İşleri, 11/19-26; 14/8-28; 15/22, 35-36) .
{Evrensel Çağrı, 1025. Prof. Dr. Hamdi Döndüren; Kur’an Yolu, 4/483. Heyet, D.İ.B.}
15-Söylendiler: [Hayır]! Siz sadece bizim gibi bir beşer türüne mensupsunuz; 14/10… 21/8, 34. 50/2.
      Rahmân size hiçbir şey indirmediği halde, siz [herkese] yalan söylüyorsunuz.
16-Dediler: Rabbimiz bilir ki,  şüphesiz size gönderildik elbet;
17-Görevimiz, sadece tebliğden/ilahi mesajı iletmekten ibaret.
18-Söylendiler: “Siz, kesinkes bize uğursuzluk getirdiniz;
      Bu iddianıza acilen bir son vermezseniz,
      Hiç çaresiz sizi recmederiz /öldüresiye taşa tutarız
      Ayrıca sizi, keyfimizce ızdırap verici bir cezaya çarptırırız.” M. İslâmoğlu
   MİNNÂ kelimesinin bu bağlamdaki en uygun karşılığı “keyfimizce”dir. Zımnen: hiçbir hak ve hukuku gözetmeksizin cezalandırırız.
{Hayat Kitabı, 875, not: 4. M. İslâmoğlu}
   AZÊBÜN ELÎM: Gözlerine aldıkları sair işkencelerdir ki, ellerinden her ne gelirse yapacaklarına ve geri durmayacaklarına işaret etmişlerdir.
{Hülâsatül-Beyan. 11/4620. K.  Mehmed  Vehbi.}
   *İslam düşmanları her asırda bu gibi tehditleri savururlar ve hatta her fırsatta uygularlar. Fakat sıra konuşmaya geldi mi, İslam’da recm/taşlama var, İslam’da kısas var diye de bas bas bağırırlar.
19-Dediler: “Kendinizden kaynaklanmakta sizin uğursuzluğunuz; 4/78, 79. 7/131. 17/13. 27/47. 42/30.
      (Ne yani), size öğüt verilmesini mi (uğursuzluk sayıyorsunuz)? (M. İslâmoğlu. M. Z. Duman)
      Yoo! Siz (cidden) haddi /çizmeyi çoktan aşmış bir topluluksunuz.” (M. Öztürk)
20- Çabaladı geldi biri o [cahil] kentin en uzak noktasından
      Yani [gelen şahıs cahil birisi değil], bilginler halkasından
      Dedi onlara: “Yurttaşlarım! [Tamam beni saymıyorsunuz]
      Lâkin bu [Allah tarafından] gönderilenlere mutlaka uyunuz”
   *Ayet, zatın kişiliğiyle ilgileniyor, bizler ise işi ile ilgileniyoruz. Ayetin söylediğini selef iyi anlayıp, ona Habib, yani sevilen kişi demiş; sonrakiler ise buna Neccarlığı yani marangozluğu eklemiş. Bu Alp erenin (S. Parlak) marangoz olduğu da kesin değil zaten. Heykel yapan dülger olduğunu (K. Yolu, 4/484) söyleyenler olduğu gibi, halı çırpıcılığı veya ipekçilik gibi (Evrensel Çağrı, 1025) başka uğraşlarla meşgul olduğunu söyleyenler de olmuş. Kesin olan bilgi ise, “habib/sevilen ve ileri gelen biri olduğudur.         
   Kısacası, ayet elçilere destek vermek için gelen bu şahsın “adamlığı”nı ön plana çıkarırken, biz onun neccarlığıyla veya kassarlığıyla uğraşıyoruz.
   Ayet onun ilmi kişiliğinden bahsediyor, biz ise mesleki kimliğinden söz ediyoruz. Hem bilge biri olmasaydı, 22. ayetteki mühim mevzudan nasıl bahsedebilirdi? Allah’tan gıyabında haşyet duyan bir zat olduğu kesin. Öyleyse bu şahıs, ulema zümresine mensup birisi. “Zira Allah’tan ancak âlimler çekinirler” (35/28).
   Meal ve tefsirlerdeki şu kısacık notlar bile, bu tezimizi ispata yeterli delillerdir:
   RACÜLÜN lafzındaki  tenvin, tazim içindir ki, “racül-ü kâmil/olgun adam” demektir.
{Hülâsatül-Beyan. 11/4621. K.  Mehmed  Vehbi.}
   RACÜL: Ergin, yetişkin erkek. Bir işin başarıcısı, ehli.
{Osmanlıca Türkçe Sözlük, Mustafa. Nihat ÖZÖN}
   Ayette sözü edilen kişi Habîbün-Neccâr adlı ‘bilgin bir zat’ olup, ipekçilik, kassarlık veya marangozluk yapardı.
{Evrensel Çağrı, 1025, not: 12. Prof. Dr. Hamdi Döndüren}
Mantıklı ve hikmet dolu sözleriyle elçilere yardımcı olan gerçek bir mümin…
{Beyânül-Hak, 1/299. M. Zeki Duman}
Veya: “Şehrin ileri (gelenlerinden) bir adam”.
{Hayat Kitabı, 875, not: 6. M. İslâmoğlu}
    Bu yüzden, elçileri desteklemek isteyenler, bu şahsın şehrin varoşlarından gelen biri olduğu zehabına kapılıp, kendilerini toplumdan soyutlayıp uzlete çekilmemeliler; aksine toplumlarının içerisinde kalıp, hem çağlarının bilgisiyle hem de Allah’ın çağlar üstü ilmiyle bilgilenmeliler.
   Lütfen 38. ayetin notuna da göz atınız.
21-“Uyunuz bunlara ki, sizden (dünyevî) bir karşılık beklemiyorlar; (M. Kısa)
       Hem (zaten kendileri de o) dosdoğru yolu izliyorlar.”

22-“Hem ben, niçin kulluk etmeyeyim ki, beni [hücrelere] bölen [Rahmân]’a;
      (Zaten) eninde sonunda, hepiniz döndürül[üp götürü]ecek değil misiniz Ona?”
   * FATIR kelimesini A. Hulusi’nin çevirdiği gibi aktarırsak, ayeti şöyle de okuyabiliriz:
“Niye [şimdiden] kulluk etmeyeyim ki, [doğduğumda] beni böyle fıtratlandırana
[Nasıl olsa son nefesinizde] hepiniz [cebren de olsa] kesinlikle döndürüleceksiniz Ona.
   Bkz: 6/36, 61, 93. 23/99. 50/19. 63/10. (4/18. 11/51)
   Bu ayet, her müminin münkerâtı men etmeye çalışması/ İslâm’ın yasakladığı kötülükleri engellemeye çabalaması lazım olduğuna bir delildir.
{Hülâsatül-Beyan. 11/4623. K.  Mehmed  Vehbi.}
23-O Rahmân’ın yanı sıra edinir miyim ben hiç, başka ilâhlar?
       [Rahman dururken, sahte ve güçsüz tanrılara ne gerek var]?”
       Hem Rahman bana bir zarar vermek istese, onla bana, ne şefaat edebilirler;
       Ne de beni, [kâfirlerin cayır cayır yanacağı o cehennemden] kurtarabilirler.”
24-“İşte o zaman da ben,
       Olurum elbette âşikâr bir sapıklığa düşen.”
25-“Ben kesinlikle iman ettim, [sizin şirk koştuğunuz O] Rabbinize
        (Lütfen) dinleyin beni! [Tâbî olun size gönderilen bu elçilerinize] (M. Sağ)
   Ayetteki hitap, Habîb Neccar’ın kendi toplumuna hitabı olarak düşünülürse, “Ey kavmim! Gelin beni dinleyin de bu elçilere uyun” şeklinde anlaşılmalıdır. 
{Kur’an Yolu, 4/485. Heyet. D.İ.B}
   Habib Neccar’ın bu sözü, inkârcı kavme söylediği kabul edildiğinde: “Artık beni dinleyin, şeytana uymayın” vurgusu taşır.
{Hayat Kitabı, 875, not: 8. M. İslâmoğlu}
26-[Bu adamcağız hemşerileri tarafından hunharca katledildi]
      Kendisine: “Sen cennetliksin/haydi gir cennete” denildi
      [Cennete girer girmez kendi kendine şöyle] söylendi:
     “Ah! Keşke soydaşlarım bilselerdi;
27-Rabbimin beni bağışladığını,
      Ve saygın kimselerin arasına kattığını.”  A. Parlıyan.  2/154. 3/169.
       [Belki onlar da iman ederlerdi].
28-Arkasından, halkının üzerine semadan bir ordu indirmedik
       İndirmeye tenezzül de etmedik
      [Zira onları, hemen helâk etmek istemedik]. 16/61.
29-Gerekseydi sadece bir sesleniş, (işlerini bitirmeye) yeterdi; M. İslâmoğlu. (M. Öztürk)
      Yediden yetmişe hepsi o anda küle döner/savrulur giderdi.
   Zımnen: ama bu olmadı. Buradaki İN KÂNE kalıbının işlevi şu ayettekine benzer: 43/81: “in kâne lirrahmâni veledün/eğer Rahman bir çocuk edinseydi”  Krş: 21/17, 35/41. 
{Hayat Kitabı. 876. Not. 2. Mustafa İslâmoğlu}
   *Ayet, genelde bu iş olmuş bitmiş şeklinde tercüme ediliyor ve o toplumun hemen yok edildiği zannediliyor. Halbuki durum öyle değil. Biz, M. İslâmoğlu’nun yorumunu uygun bulduk ve ayete ona göre mana verdik.
   Hem ayet bu şekilde tercüme edildiğinde, müfessirlerin, elçiler gönderilen bu şehrin Antakya olup olmadığı hakkındaki tartışmaları da biter. Zira onlar, Antakya tarihte helak edilmediğine göre, bu şehir hangi şehir olsa gerektir diye tereddütte kalmaktadırlar.

30-Yazıklar olsun şu kullara
     Gark olsunlar pişmanlıklara
     O kullar ki, ille ve ille
     Alay ederlerdi kendilerine gelen her elçi ile. 50/12-14.
31-Kendilerinden önce nice kentleri yok ettiğimizi görmüyorlar mı? 50/36.
      Hiçbirinin kendilerine dönüp gelemeyeceklerini [bilmiyorlar mı]?
32-Yarın hep birlikte huzurumuza çıkarılacaklarını (düşünmüyorlar mı)? (M. Kısa)
33-(Bu hususta) bir âyettir onlar için, ölü toprağın bizce diriltilmesi. 16/65. “Ayetler” için bkz: 2/164. 45/5.
     Ve yalnız kendisiyle beslendikleri ürünlerin, o yerden bitirilmesi. 6/95, 99. 7/57.10/31. 22/5. 24/50. 25/49. 29/63.30/19. 35/9. 41/39. 43/11. 50/11. 57/17.
   HABBEN: Taneler. Hab kelimesi bir cins ismi olup, miktar olarak azı da çoğu da kapsar; yaygın anlamı “tahıl türünden taneler” olmakla beraber, genel olarak bütün bitkilerin tohumlarını ifade etmek için de kullanılır.
   Başka bir yoruma göre ise, burada hayatın ilk başlangıcına dikkat çekilmekte yani ölü arza bitkisel hayattan başlayan bir canlılık verilip, ondan habbeler çıkarıldığı, böyle tek hücrecikten başlayan bu hayatın insan hayatına doğru terbiye ve tekemmül ettirildiği belirtilmektedir (Elmalılı). Müfessirler bu kelimeyi daha çok tahıl anlamıyla açıklamışlar ve hububatın insan yaşamındaki önemine dikkat çekmişlerdir.
   İnsanların hayatının devamı taneye/tohuma taalluk ettiğinden, insanın maişetinin en büyüğü taneyle hâsıl olduğu için, MİNHÜ zarfı, yeme/beslenme üzerine takdim olunmuştur. Takdim, hasr/aidiyet ifade ettiğinden, insan yalnız taneyle beslenmediği halde, diğer besinlerin taneye nispetle kayda değer bir hükmünün olmadığını belirtmek için ayet: “Ancak taneden eklederler/yalnız tohumla beslenirler” demektedir. Binaenaleyh hayatlarımız ne kadar muazzez ve muhteremse, tanenin/tohumun da o kadar muazzez ve muhterem olması lazımdır.
              {Kur’an Yolu, 4/487.  Heyet, D.İ.B. ile Hülâsatül-Beyan, 11/4646. K.  Mehmed  Vehbi}
   *Öyleyse, hem bizim hayatımızın hem de hayvanlarımızın hayatlarının can damarı olan tohumu, gözümüz gibi korumalı, ona gereken değeri vermeli, onu bozguncuların (2/205) ve zalimlerin (3/117) ellerine teslim ederek genetiğinin değiştirilmesine, asla müsaade etmemeliyiz. Allah’ın hakkını, Allah’tan sakınmamalıyız (6/136). Ekinlere hürmet etmeli ama kutsallık atfetmemeliyiz (6/138). Kendimize ait olmayanı tüketip, başkalarına zarar vermemeliyiz (21/78). Dünyadaki ekinlerimize sahip çıktığımız kadar ahiretteki nasiplerimize de sahip çıkmalıyız (42/20). Ondaki yoksulun hakkını gözetmeli, daha dünyadayken zarar etmemeliyiz (68/14-27).                                                               
   Ayette, dış yüzüyle ölü sanılan toprağın gerçekte canlı olduğu bildiriliyor. Sırf bu açıdan ayet, başlı başına bir mucizedir. Zira toprakta canlıların olduğu yüz yıldır biliniyor. Fakat toprağın tümü ile (yüzde 80) mikroplardan kurulu olduğu ve böylece bir canlılar topluluğu olduğu ise 40 yıldır biliniyor.
     Habbe, genelde küçük ve muntazam tanecikler anlamına gelir ki, bundan kasıt, tohum niteliğindeki bitkisel tanelerdir.
     Bilindiği gibi, ayette bahsedilen taneler, bir yandan bitkinin tohumlarıdır, bir yandan da komple canlı hücre maddelerinden, yani bir tanede canlının kullanacağı tüm organik maddelerden ibarettir. Eskiden bu gerçek bilinmezdi. Yani, bu tanelerde karbonhidrat, protein, yağ, vitaminler ve madenlerin tümüyle bulunduğu sanılmazdı. Buğday ve benzeri bitki besinleriyle yeterli beslenme olmaz sanılırdı. Hâlbuki bu habbeler/taneler, hayatın tüm temel maddelerini bir bütün halinde temsil etmektedir.
     Ayetin iki cümle halinde ifadesinden açıkça anlaşılıyor ki, Allah, hem toprağa hayat ve canlılık vermiş, hem de onu canlılığa vasıta kılmıştır.
   Ölü toprağı canlandırmamız bir işaret, bir bilimsel yasa/bir ayettir. Ondan taneler çıkardık”
     Birçok biyoloji gerçeklerini, iki cümle halinde veren bu ayetten çıkan bilimsel sonuçları özetlersek:
   1-Allah’ın toprağa canlılık vermesi, sıradan bir olay değil, aksine çok derin bir biyoloji hikmetidir ve hayat dediğimiz olaylar zinciri, topraktaki Hay sırrından doğar.
   2-Mahşerde, toprağın Hay sırrıyla yakından ilgilidir ve mahşerden şüphesi olan, Allah’ın Hay sırrıyla toprağa verdiği canlılık hikmetini iyi düşünürse, endişelerinin yersiz olduğunu kolayca anlar.
   3-Canlılık, her şeyden önce takdir edilmiş matematik bir programdır. Canlıların basit veya gelişmiş gibi deyimlerle ayrılmaları ındî/farazî iddialardır. Aslında her canlı, çok mükemmel bir programın temsilcisidir. Bu nedenle evrim teorisi, temel ilkesi açısından bir yanılgıdan ibarettir…
{Kur’ân-ı Kerim’den Âyetler ve İlmî Gerçekler. 84… Dr. Haluk Nurbaki}
    “Ölü arz” tabiri şu şekilde de anlaşılabilir: Füssılet sûresinin 11. Ayetinde belirtildiği üzere, iki günde yeryüzünün düzenlenip, dağların ve vadilerin oluşturulması; iki günde de canlıların yaşamaları için gerekli olan rızıkların çıkarılması gerçekleştirilmiştir (7/54). İşte bu ikinci yaratılma sürecinde arz, güneşten kopmuş, zamanla sönüp soğumuş ölü bir kütledir. Ancak semadan indirilen su ile canlandırılmıştır. İlk defa yaratılan tohum ile bitkisel hayat başlamıştır.
{Beyânül-Hak, 1/307, not: 2. M. Zeki Duman}
34-Oradaki hurmalıklardan ve bağlardan oluşan bahçeleri biz yaptık
      Oradaki gözelerden [kaynayan halis suları] biz fışkırttık/biz akıttık.
35-Yesinler diye o toprağın ürünlerinden
      Bir de o ürünlerden, kendi elleriyle imal ettiklerinden
      Şükretmemeleri için, var mı hâlâ bir neden?
   Ayetin “…onun ürünlerinden ve kendi elleriyle ürettiklerinden yesinler” diye çevrilen kısmında geçen “mâ” edatı, mealde ilgi zamiri olarak değerlendirilmiştir. Buna göre, ziraat, ticaret gibi yollarla elde edilen ürünler, zirai mahsullerin el emeği ile üretilenleri, yenmesi için pişirme, değişik işlemlerden geçirme gibi emek isteyenleri kastedilmiş olur. Ayetteki    “Mâ” olumsuzluk edatı kabul edildiği takdirde bu kısmın meali:     “-meydana getiren kendileri olmadığı halde- onun ürünlerinden yesinler” şeklinde olur. Müfessirler bu ifadeyi şöyle açıklamışlardır: Üretmek için çaba sarf edip katkı sağlamış olsalar bile, bu ürünler onlar tarafından yaratılmış değildir, bunlar Allah’ın bir ihsanıdır, buna rağmen hâlâ şükretmezler mi?
{Kur’an Yolu, 4/488. Heyet, D.İ.B.}
36-Şanı ne yücedir eşeyli yaratanın; şu yeryüzünde yetişen tüm bitkileri
     Yanı sıra, bizzat kendilerini, bir de henüz bilmedikleri daha nice şeyleri. 50/7. 89/3.
   Bu ayetin “sübhân” yani Allah’ı yüceltme ve Onun her türlü eksiklikten uzak olduğunu belirten hayranlık ifadesiyle başlamasından hareketle, burada zikredilen [eş] nimetinin öncekilerden de mühim olduğu, dolayısıyla insan hayatında izdivacın önemi ve değeri hakkında bir mana inceliği taşıdığı da ortadadır (Elmalılı).
   Ayette toprağın bitirdiklerine özel yer verilmesi, bunların gerek insanlar gerekse insanların besin kaynaklarından olan hayvanlar için hayati bir önem taşıması ile izah edilebilir.
   Ayette, kâinatta insanın bildiği ve bilmediği bütün çiftleri yüce Allah’ın yarattığı belirtilerek her birini paydaşı, eşi, benzeri, karşıtı olan bu çiftlerin hepsinin yaratılmışlık özelliğine, dolayısıyla bunları yaratanın tek olduğuna dikkat çekilmektedir. 
   İnsanların Kur’an’ın indiği sırada bilmediği birçok şeyde de çift yaratılma özelliğinin bulunduğu, yeni yeni ortaya çıkarılmış olup, bu, ileride daha nice varlık çiftlerinin keşfedilebileceğinin işaretidir. Paul Dirac adlı bilim adamının, atom parçacıklarının da çift yaratıldığını yani elektron karşısında pozitronun bulunduğunu tespit edip, ‘Parite Kanunu’nu keşfetmesi ve bu sayede Nobel ödülü kazanması, bu ayetteki anlam derinliğine ışık tutucu bir gelişmedir.
{Kur’an Yolu, 4/488. Heyet, D.İ.B.}
   Ayette açıkça belirtildiği gibi insanlar, hayvanlar, bitkiler hep çift, yani eril ve dişil nitelikli varlıklar olarak yaratılmışlardır. Bunların üremeleri eşeyli olmalarına bağlıdır. “ve sizin bilmediğiniz daha nice şeyler de…” cümlesi, çift olma özelliğinin sadece adı geçen canlılara ait olmayıp, pozitif ve negatif  (+ ve –) kutuplara sahip her şey; artı-eksi yüklü bulutlar, atomlardaki pozitif elektrik yüklü çekirdek ile onun etrafında dönmekte olan negatif yüklü elektronlar, bu surenin indirildiği zaman için “…bilmediğiniz daha nice şeyler…” kapsamına dâhil olmalıdır.
{Beyânül-Hak. 1/307, not: 3. Prof. Dr. M. Zeki Duman}
   İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler âleminin erkekli dişili, atoma varıncaya kadar cansız varlıklarında pozitif-negatif güç olarak “çiftler” halinde yaratıldığı, [artık] günümüz biliminin de keşfettiği bir gerçektir.
{Evrensel Çağrı, 1027, not: 18. Prof. Dr. Hamdi Döndüren}
   Yaratılmışlar dünyasının tümü, çift kutupluluk yasasına tabidir. Ayet, insanların henüz bilmedikleri varlık çiftlerinden de bahsetmektedir. Fakat burada asıl dikkat çekilen nokta, Allah Tealâ’nın tekliği meselesidir.
{Hayat Kitabı, 877, not: 6. M. İslâmoğlu}
37-Gece de onlar için bir ayettir
      (Bizim sınırsız kudretimize bir işarettir) (M. Öztürk)
      Gündüzün aydınlığını, soyup çıkarırız biz o geceden
      [O zaman] kendileri, karanlığa gömülüverirler aniden. A. Tekin
   Gündüzün geceden çekilip alınması ile ilgili olarak ayete kullanılan fiil, hem “deriyi yüzmek” veya “kabuğu soymak” hem de “çıkarmak” anlamlarına gelmektedir.
{Kur’an Yolu, 4/489. Heyet, D.İ.B.}
   Uzayda aslolan karanlıktır; gecedir. Gündüz geceyi soğurmakta, tıpkı bedenden deriyi soyar gibi soyulup çıkarılmakta, süresi bitince derisi tekrar bedene giydirilip tersinmektedir.
{Bilgi Toplumuna Doğru Kur’an-ı Kerim Meal – Tefsiri, 867. Salih Parlak}
   Bu ayet, gecenin en güzel tarifidir: Gece kendi başına bir varlık değil, ışığın yokluğu halidir.
{Hayat Kitabı, 877, not: 7. M. İslâmoğlu}
38-Güneş de bir ayettir /o da öyledir.  41/37.
     Kendi yörüngesinde akıp gitmektedir. 39/5. 81/1.
     Güneşin bu seyri, En Yüce’nin ve her şeyi bilenin bir takdiridir
     (Yani sınırlarını, ölçülerini, kanunlarını, Onun belirlemesidir) (A. Tekin) 20/50. 87/3.
   Bu ayet ‘Kur’an Yolu’ isimli tefsirimizde: “Güneş, kendisine ait yerleşik bir düzene göre hareket eder” şeklinde tercüme edilmiştir. Bu yorum, Rahman sûresinin 5. Ayetindeki ifadeyle uyumludur.
   Güneş manyetik alanı olan ve kendi çevresinde dönen bir gök cismidir. (…) Dönme periyodu, ekvator bölgesinde 25 gün, kutup bölgesinde 35 gün olarak hesaplanmıştır. Tecrî fiilinin “döner” şeklinde anlaşılması, bu kelimenin sözlük anlamına uygun olduğu gibi güneşle ilgili bu bilimsel tespite de aykırı değildir.
   Bu fiilin yine sözlük anlamları dikkate alınarak, “”akıp gider” şeklinde anlaşılması da mümkündür. Bu manayı esas alanlar, güneşin Samanyolu içerisinde Herkül takımyıldızına doğru saatte 72.000 km. hızla 250 milyon yılda tamamladığı hesaplanan dönüşünün kastedildiğini söylerler. Kanaatimizce ayet bu şekilde yorumlandığı takdirde, bu bağlamda “şems” kelimesini de “güneş sistemi” şeklinde anlamak daha uygun olur. Zira yaklaşık dairesel bir yörüngede ve 250 milyon yılda tamamlandığı belirlenen bu hareket, doğrudan güneşe değil güneş sistemine ait bir harekettir ve dünyamız da bu hareketin içindedir. Güneş sisteminin, yerin oluşumundan beri bu şekilde 19 dönüş yaptığı hesaplanmıştır.
{Kur’an Yolu, 4/494. Heyet, D.İ.B.}
   Âyeti güneşin yörüngesinden bahsetmesi, Kur’an’ın mucizelerinden birisidir. Zira yakın zamana kadar güneşin dönmediğine inanılırdı. Son astronomi çalışmaları, güneşin saniyede 12 mil döndüğünü ortaya koymuştur  (Meydan Lorousse).
   {Kur’an Okurken Zihne Takılan Ayetler, 385. Yrd. Döç. Dr. Abdülcelil Candan}
   MÜSTEKAR: İstikrar bulma, durma yeri ve zamanı ile istikrar çizgisi (yörünge) manalarına gelmektedir. Başındaki “li” edatı, hem sebep, hem gaye, hem harekette yön ve hedef ifade eder. Dolayısıyla ayet, güneş ve sistemiyle alakalı dört gerçeğe de parmak basmaktadır:
   1) Güneş, bir yörüngede hareket halindedir;
   2) bu hareket, onun için takdir buyrulan bir süreye kadar devam edecektir;
   3) bu hareket, nihayet bir noktada duracaktır;
   4) güneşin bu hareketi, onun sisteminin istikrarını sağlamada bir sebeptir.
   Buradan anlıyoruz ki, güneş hareketsiz değildir. Modern bilim güneşi son yıllara kadar hareketsiz zannediyordu.
   Bilim, önce iman edip sonra yaratılış gerçeklerine yaklaşsa, ne sürekli yanlışlardan yola çıkma zorunda kalacak, ne de insanları, manasız bilim-din çatışmalarıyla meşgul edecektir.
{Allah Kelâmı’ndan kısmen, 963-964. Ali Ünal}
   Ayetteki takdir’den maksat, adı geçen şeylerin yaratılış amaçlarına uygun olarak fizikî yapılarının ölçü ve hesap ile yaratılıp düzenlenmeleri ve gerçekleştirecekleri maksada uygun bir kanuna bağlanmaları olmalıdır. Şu ayetler de bu manayı desteklemektedir:
   20/50) “Rabbimiz, her şeye yaratılışını veren sonra da ona yol gösterendir.”
   87/3) “Vellezî gaddera fehedê / O maslahata uygun bir biçimde yarattı, sonra yol gösterdi.”
{Beyânül-Hak. 1/307, not: 5. Prof. Dr. M. Zeki Duman}
39-Ay da öyledir. M. Yıldız
     [O da insanlar için bir ayet /bir işaret /bir mucizedir]. 41/37.
      Biz ona menziller tayin ettik; (ay, sürekli o konakları dolaşır durur) M. Kısa (M. Öztürk)
      Hatta o, eskimiş ve eğrilmhurma dalı gibi kavisli bir hâle iade olur.
   Âyet-i kerimede anılan menzillerden maksat, ay’ın görünüş safhalarıdır. Bu menziller maddi olmayıp, ay’ın yer çevresinde tuttuğu yörüngedir. Allah ü Teâlâ bu yörüngenin nasıl olduğunu bildirmek amacıyla “urcûnil kadîm” gibi olduğunu buyurup bu menzillerin bir yörüngeden başka bir şey olmadığını göstermiştir.  
    URCÛN: Hurma ağacının dalıdır. Bu dalda hurma salkımı yaratılır; salkım büyümeye başlayınca yapraklar alınır, böylece çıplak bir halde kalır. Büyüyen salkım bu dalı eğer, nihayet salkımı da alınır. Ağaç köküne ekli olan kısmı kalın ve enlidir. Bu en ile kalınlık, dipten uca doğru gittikçe azalır, bu uç taraf, salkımın ağırlığından dolayı sarkar, kök tarafının kalın olmasından ötürü de dalın orta tarafı yüksekte kalıp sanki bir elips biçimini alır. İşte yörüngenin “elips” (bütün noktalarının sabit iki odak noktasına uzaklıklarının toplamı birbirine eşit olan kapalı eğri) şeklinde olduğunu Kur’ân-ı Kerim böyle, gayet kolay anlaşılır bir tarifle bildirmiştir. 
{Çağımızı Aydınlatan Kur’an mucizeleri.145-146. Mehmet Eminoğlu}
   Urcûn’a benzetme, hilâlin ilk ve son şeklini göstermekle kalmıyor; aynı zamanda ay’ın, yörüngesinden geçerken dünya çevresinde bir ayda aldığı yolun şeklini de göstermiş oluyor. Ay’ın yolu, tam dairevî olmayıp, bir tarafı konkav/yüzü çukur olan/içbükey bir eğrilik arz etmektedir.
{Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali, Prof. Dr. Süleyman Ateş}
   *Ayet, S. Ateş’in de sandığı gibi ayın kendisinin aldığı şekli resmetmiyor, sadece duraklara uğraya uğraya geçtiği güzergâhın haritasını çiziyor. Bu güzergâhın hilali andırması başka şey, ayın hilal halini alması ise daha başka bir şey. Dolayısıyla verdiği mananın ilki yanlış, ikincisi ise doğrudur.
   Dünya güneş etrafında dönerken, ay da dünya etrafındaki dönüşü sırasında onunla beraber hareket eder ve ay, dünyanın yörüngesi boyunca, kurumuş hurma dalının ince yaya benzer halini andıracak bir eğri çizer.
{Kur’an- Kerim’in Açklamalı Türkçe Meali. 582. Şaban Döğen}
40-Ne güneş, aya kavuşup çarpabilir; M. İslâmoğlu. A. Tekin
      Ne de gece, gündüzü geçip onu örtebilir
      Her birisi, (kendisine özgü) bir yörüngede yüzmektedir. (Mustafa Sağ) 21/33.
   FELEK: Bir astronomi terimi olarak “yıldızların döndüğü yer” anlamına gelir. Bu ayette ve 21. Sûrenin 33. ayetinde geçen felek kelimesiyle, gök cisimlerinin üzerinde döndüğü yer veya yörüngelerinin kastedildiği yorumları yapılmıştır. Bu cümleye: “Hepsi bir felek içinde yüzüp gider” şeklinde mana verildiği takdirde felek kelimesi, galaksi (gökada) şeklinde yorumlanabilir.
{Kur’an Yolu, 4/496. Heyet, D.İ.B.}
    Felek, gök cisimlerinin yörüngeleridir (Müfredât). Felek kelimesinin nekre/müphem olarak buyrulmasından dolayı, gök cisimlerinin yörüngelerinin, birbirinden değişik oldukları anlaşılır. Yörüngeleri değişik olan cisimlerin, mutlaka şekilleri de değişik olur. Bu neticeye göre ayetin tefsiri şöyle olur: “Gök cisimlerinin yörüngeleri çeşitli olmaları itibarı ile şekilleri de ayrı ayrıdır.” Lügatin verdiği manalardan elde edilen sonuç budur. Modern bilim de, izleyerek çektiği filmlerden bu sonucu elde etmiştir.
{Kur’an Işığında Kâinat ve Göklerin Fethi. 75. Mehmet Eminoğlu}
   “Yuvarlak cisim, daire” anlamına gelen felek, “gezegenlerin yörüngesi” için kullanılmaktadır. Gemilerin seyri sefer rotasına benzediği için, gemi manasına gelen “fülk”ten türetilmiştir (Râğıb, Müfredât).
{Hayat Kitabı, 877, not: 10. M. İslâmoğlu}
   YESBEHÛN: Bunların dönüşleri herhangi bir yere dayanmadan vaki olmasından dolayı, YÜZME kelimesi ile ifade edilmiştir.
{Kur’an Işığında Kâinat ve Göklerin Fethi. 69. Mehmet Eminoğlu}
   Buna göre güneş ve ay gibi, diğer gök cisimlerinin de kendilerine ait yörüngelerde hareket ettikleri anlaşılmaktadır.
{Evrensel Çağrı, 1027, not: 20. Prof. Dr. Hamdi Döndüren}
   Bugünkü ilmî verilere göre, Güneş 25 günde kendi etrafında; yerküre yirmi dört saatte kendi, 365 günde de güneşin etrafında; Ay ise yaklaşık 30 günde dünyanın etrafındaki dönüşlerini tamamlamaktadırlar. Bunlardan hiçbirinin yüce yaratıcının iradesi haricinde hareketlerini, hızlarını, yön ve yörüngelerini değiştirmeleri veya bozmaları mümkün değildir. Bu nedenle ”Gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah’ın takdirine göre Allah nezdinde ayların sayısı on ikidir…” (9/36)
{Beyânül-Hak. 1/307, not: 7. Prof. Dr. M. Zeki Duman}
41-Yine ayettir onlar için, (insan) soyunu dolu gemi[ler]de taşımamız
   Zürriyet kelimesinin “gelecek nesiller” anlamını esas alan müfessirler, ayetteki ifadeyi mecaz olarak düşünmüşler “yüklü gemi” manasına gelen “fülkül-meşhûn” tamlamasıyla annelerin rahimlerinin, zürriyet kelimesiyle de bu rahimlerdeki ceninlerin kastedildiği yorumunu yapmışlardır.
{Kur’an Yolu, 4/497. Heyet, D.İ.B.}
   FÜLK: Felek ile akrabalığı göz önüne alındığında, suda veya havada yüzen her tür vasıta anlamına gelir. Sefîne ise, sadece suda yüzeni ifade eder.
{Hayat Kitabı, 878, not: 2. M. İslâmoğlu}
42- Keza, (havada ve suda), binebilecekleri benzeşik taşıtlar yaratmamız. (H. Kitabı) 16/8.
 
 Ayette, insan ve yük taşımak amacıyla yaratılan hayvanlar yanında, insan eliyle yapılan deniz, kara ve hava, hatta uzay araçlarına işaret vardır.
{Evrensel Çağrı, 1029, not: 21. Prof. Dr. Hamdi Döndüren}
  MİN MİSLİHÎ: “Benzer gemi/onun benzerinden” kavramı, her çağda yelkenlisi, buharlısı, akaryakıt ve nükleer yakıt motorlusu geliştirilerek kullandığımız ve kullanacağımız gemilerdir. Kur’ân-ı Kerimde “hava ve uçak” kavramı, “su ve gemi” kavramının içinde kullanılmaktadır. Çünkü “hava” ile “deniz suyu” nun kaldırma gücü aynıdır.
{Bilgi toplumuna Doğru Kur’ân-ı Kerim Meal-Tefsiri, 870, not: 12. Salih Parlak}
43-Şayet dilersek biz,
      Onları (sulara batırıp) boğabiliriz
      İşte o zaman, hiç kimse imdatçıları olamaz
      Hiçbiri, (oracıkta boğulmaktan) kurtarılamaz.
44-Ancak şu şık başka; onlara merhamet etmişsek,
      Kendilerini bir süre daha yaşatmak istemişsek.
 45-“Kaçının önünüzdekinden/kendi tepenize çökerteceğiniz tehlikelerden, 30/41. 28/47.
       Sakının peşinizdekinden/nesillerinizin başına getirebileceğiniz felaketlerden, 2/205.
       Sakının ki (ilâhî) merhamete nail olabilesiniz” denildiğinde, yüz çevirdiler;
46-Yani Rablerinin ayetlerinden bir ayet ne zaman gelirse gelsin, onu dinlemediler.
   Önceki açıklamalar dikkate alındığında, buradaki ayet kelimesini, Allah’ın birliğini ve yüceliğini açıkça ortaya koyan her türlü delil yani peygamber, vahiy ve mucizeler; evrende, insanın öz benliğinde ve yakın çevresinde kolayca gözlemlenebilen kanıtlar şeklinde anlamak uygun olur.
{Kur’an Yolu, 4/500. Heyet, D.İ.B.}
47-“Allah’ın size verdiği rızıktan (yoksullara da) infak edin” dendiğinde kendilerine,
      Dediler ki: “Allah’ın, dilediği takdirde pekâlâ besleyeceği kimse[ler]den bize ne?
      “[Ey yoksul müdafii Müslümanlar]! Tabiatıyla siz,
       [Bu tavrınızla], tam bir şaşkınlık içinde değilsiniz de nesiniz?” M. İslâmoğlu
   İNFÂK: Yarar veren bir şeyi, ona muhtaç olanlarla karşılıksız paylaşmaktır. Farz olanına zekât, nafile olanına sadaka, Ramazana has olanına fitre, sırf maldan yapılanına ise hayır denir.
{Hayat Kitabı, 879, not: 6. M. İslâmoğlu}
       Bu ayete şöyle mana da verilebilir:
     “Bu ne çelişki? Hem rızkı verenin Allah olduğunu söylemektesiniz
       Hem de kalkmış, bizden yoksulları gözetmemizi istemektesiniz
       Bu durumda doğrusu siz, apaçık bir yanılgı içindesiniz.”
   Bu sözü, inkârcıların sözünün devamı olarak değil de, Allah Teâlâ’nın kâfirlerin mantığını ret anlamındaki bir sözü olarak düşünmek de mümkündür.
          *Bu yoruma uygun çevirisi ise şöyle olur:
 “Ey bu emrimi dinlemekten yüz çevirenler! Doğrusu siz,
  Apaşikâr bir şaşkınlık içindesiniz.”
{Hülâsatül-Beyan, 11/4646. K.  Mehmed  Vehbi; Kur’an Yolu, 4/500-501. Heyet, D.İ.B.}
48-[Yine] dediler ki: “Siz sadık kimselerseniz sözünüze,
      O (dirilme ve yargılanma) vadi ne zamandır, hadi söylesenize bize?” (Kısa Meali)
49-[Anlaşılan o ki ] onlar,
      Kendilerini ansızın enseleyecek bir sesten başka bir şey beklemiyorlar
      [Neyden yaratıldıklarına bakmaksızın, bize] esaslı bir hasım kesiliyorlar.
    Sayha (korkunç bir ses) kelimesinin bu bağlamdaki anlamı, dünyanın sonu geldiğinde büyük meleklerden İsrâfil’e verilen görev gereği onun sûr’u ilk üflemesi sonucunda çıkacak dehşet verici sestir.
{Kur’an Yolu, 4/501. Heyet, D.İ.B.}
50-[Son saat] o kadar ani gerçekleşecek ki, [panikleyecekler]
      (İşte o an), ne vasiyet edebilecekler (M. Öztürk)
      Ne de ailelerine geri dönebilecekler.  21/15.
51-Derken sûr’a üfürüldü; [yeniden diriltildiler] M. İslâmoğlu
      İşte o anda, kabirlerinden çıkıp rablerine seğirttiler. 18/99. 20/102. 27/87. 39/68. 50/20. 69/13. 70/9. 101/5.
   Bu hadisenin vukuu muhakkak olduğu için, “NÜFİHA/üfürüldü” fiili, mazi kipiyle beyan buyruluyor.
{Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, Cilt: 6, Sh: 2943. Ö. N. Bilmen}
52-Ve: “Eyvah! bizi uyuduğumuz yerden kim kaldırdı” dediler 50/22
.     (Bu sorunun cevabını yine kendileri verdiler): (M. İslâmoğlu)
     “Rahmân’ın bize vaat ettiği demek ki buydu,
      Demek ki, peygamberlerin her söylediği doğruydu.”
      *Bu dünyada yalanladıkları peygamberleri (15. ayet), öbür dünyada işte bu şekilde doğrulayacaklar.
53-İşte bunların olup bitmesi, bir tek sese bakar; 50/42.
      [Ölüler merkadlerinden derhal ayağa kalkar]
      Hepsi, toplu vaziyette hızla huzurumuza çıkar. 23/79. 67/24.
   Bu ayetteki ses/sayha, bu bağlamda dünya hayatının sona ermesinden bir süre sonra, yeniden diriltilmek için, sûr’a ikinci defa üflenmesini ifade etmektedir.
{Kur’an Yolu, 4/505, Heyet, D.İ.B.}
54-İşte o gün hiç kimseye zerre miktarı dahi haksızlık yapılmaz
     Hiç biriniz, yaptıklarınızın dışında bir suçla cezalandırılmaz. 4/49,77,124.17/70. 50/29.
55-0 gün cennet halkı, zevk ve sefa ile meşgul olacaklar; 50/31…
ŞÜĞUL: Sözlükte “meşguliyet, eğlenme, oyalanma” anlamlarına gelmekle beraber, burada kastedilen, cennetle ödüllendirilenlerin, cehennemdekilerin karşılaştıkları durumlardan uzak, asla sıkıcı olmayan ve eşsiz haz veren tatlı bir meşguliyet ve nimetler içinde olacakları şeklinde özetlenebilir. Bu sebeple ayet, “o gün cennetlikler, safa sürmekle meşguldürler” diye çevrilmiştir.
{Kur’an Yolu, 4/505, Heyet, D.İ.B.}
Bu ayet, cennet ehlinin sıkıcı ve yorucu olmayan, eğlenceli işlerle meşgul olacaklarını bildiriyor. Cehennem halkı ise, yorucu ve güç işler altında ezilecekler. Bk. 88/ 2, 3, 8.
{Evrensel Çağrı, 1031, not: 28. Prof. Dr. Hamdi Döndüren}
56-Eşleriyle birlikte gölgeliklerde süslü sedirlere uzanacaklar
57-Cennette nice zevkler /taze yemişler tadacaklar; M. Yıldız / H. B. Çantay
      Üstelik canlarının çektiği her şeye kavuşacaklar. 2/25. 43/ 68-73. 50/35.

57. ayetin ilk cümlesi lâfzen “orada onlar için meyve vardır” anlamına gelmektedir. Fakat ifadenin akışı ve bağlamı dikkate alındığında, “orada onlar için her tür meyveden, yenecek içecek, haz verecek her nimetten bol miktarda vardır” manasının kastedildiği anlaşılmaktadır.  
{Kur’an Yolu, 4/505, Heyet, D.İ.B.}
58-Rahmeti sonsuz Rabbin, “size selâm olsun” sözünü duyacaklar,
    “Kullarım! Hepinize mutluluklar dilerim” hitabına muhatap olacaklar. 13/24.
   “Cennet ehli, nimetlerle zevk içinde iken, bir ışık parıldar, başlarını kaldırıp bakınca, bir de ne görsünler, üzerlerinde Rab, kendilerini cemalinin şerefi ile şereflendirmiş; ‘Ey cennet ehli! Size selam olsun!’ diye sesleniyor (İbni Mâce, Mukaddime, 13).
   Burada önemli olan husus, cennet nimetleri hakkında yapılan tasvirlerden sonra, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmış olma müjdesinin, belirtilen maddi nimetlerin hepsinden daha değerli olduğuna vurgu yapılmış olmasıdır.
{Evrensel Çağrı, 1031, not: 31. Prof. Dr. Hamdi Döndüren; Kur’an Yolu, 4/505, Heyet, D.İ.B.}
   Selâm, “kurtuluş”, “rahat”, “iç barışı” ifade ettiği için, bunların tümünü ifade eden “mutluluk” manası verilmiştir.
{Hayat Kitabı, 880, not: 4. M. İslâmoğlu}
59-[Rab buyuracak]: Ey mücrimler /ey bize tutanlar kafa (77. ayet)
      Bugün, geçin bakalım (şöyle müminlerden) ayrı bir tarafa
Bu sözle ilgili belli başlı yorumlar şöyledir: İyi kişilerden ayrılın; tek başınıza durun; müminlerin arasına karışmayın; her türlü güzellikten mahrum kalın; her bir inkârcı grup ayrı ayrı dursun.
Müminlere söylenen güzel ve iltifatkâr söze mukabil günahkârlara da bu şekilde hitap edileceği, böylece 54. ayette belirtildiği üzere herkesin bu dünyada yaptıklarına göre muamele göreceği bildirilmektedir.
{Kur’an Yolu, 4/506, Heyet, D.İ.B.}
60-“Ey Âdemoğulları! Ben [zamanında] sizinle ahitleşmemiş/sözleşmemiş miydim? 7/27. 17/62. 19/44, 45. 43/62.
      Şeytana kulluk etmeyin; çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır (dememiş miydim)?
   Şeytana kulluktan maksat, onun kışkırtmalarına kapılmak ve telkinlerine uymak, buyruklarını yerine getirmektir.
{Kur’an Yolu, 4/506, Heyet, D.İ.B.}
61-(Size: “Sadece) bana kulluk edin” diye (emretmemiş miydim)? (M. Yıldız)
       “Dosdoğru yol bu yoldur işte” diye yol göstermemiş miydim?
62-(Gördünüz) işte, düşmanınız olan o şeytan,
      Saptırdı sizden birçok nesli [dosdoğru yoldan] M. İslâmoğlu
      (O zaman) neredeydi aklınız /gitmiş miydi baştan?
63-Tehdit edildiğiniz cehennem, işte budur
      (Bu azap, akıl etmemenizin bir sonucudur). (Hayat Kitabı)
64-Küfretmenizin neticesi olarak,
      Destek verin bugün ateşe; (o ateşi çıra gibi tutuşturarak). (Hayat Kitabı)
   İSLEVHÊ: “odunları tutuşturmak için odunların önüne dikilen çıra” anlamına gelen es-sılâ’dan türetilmiştir. Aslı “dik duran, destek olan, ayakta tutan” manasındaki salv’dendir.
{Hayat Kitabı, 881, Not: 7. M. İslâmoğlu}


65-O gün, mühür basarız mücrimlerin /suçluların ağızlarına
      Bizimle elleri konuşur, ayakları da tanıklık eder kazandıklarına. 24/24. 50/21.
66-Biz (insanların iyi ile kötüyü ayıramamalarını) isteseydik,
      (Gerçeği) görme melekelerini tümüyle yok ederdik. (M. Yıldız)
      0 vakit, (doğru) yoldan (çıkmak için) yarış ederlerdi (M. İslâmoğlu)
      [Peki] bu vaziyetteyken, (gerçeği) nasıl göreceklerdi? (M. Yıldız)
   YÜBSIRÛN:  “Besura” fiili, fiziksel olarak görmeden ziyade zihinsel olarak görmeyi ifade eder. Taberi’nin rivayetine göre İbni Abbas hazretleri ENNÊ YÜBSIRÛN ifadesinin “onlar gerçeği nasıl kavrayabilirler” anlamına geldiğini söylemiştir.
   İbni Atiyye bu ayeti, “dileseydik gözlerinin önüne inkâr perdesi çeker, basiretlerini bağlardık da artık hiç kimse doğru bulamazdı.”  şeklinde açıklamıştır.
{Son Mesaj, 336, Not: 21. Mustafa Yıldız; Kur’an Yolu, 4/507, Heyet, D.İ.B.}
67-Evet; eğer (iradelerini ellerinden almak) isteseydik, (M. Yıldız)
      Onları, konumlarına uygun çirkin bir hale çevirirdik. M. İslâmoğlu
      Güçleri, onları ne ileri götürebilirdi
      Ne de geri döndürebilirdi. (2/20)
   MESAHNÊ: “Mesaha” fiili, “bir şeyi çirkin bir hale getirmek demektir. Böylece, insanın iradesi elinden alınarak, sağa sola dönemez bir varlık türüne dönüştürülmesinin, insan olmak gibi şerefli ve yüce bir konumdan, eşya gibi basit ve değersiz bir konuma gelmesi anlamına geleceği vurgulanmıştır.
{Son Mesaj, 336, not: 22 Mustafa Yıldız}
   Hayatı hayvan gibi algılayıp yeme, içme, yatma ve çiftleşmeden ibaret görenleri, sûret olarak da hayvana dönüştürebilirdik, fakat istemedik. alê mekênetihim’deki mekân fizikî değil, tıpkı 6/135, 11/93 ve 121’de olduğu gibi manevidir. Yani insanın hayata ve kendine biçtiği “değer” ve “konum” ile ilgilidir. Zaten kelimenin türetildiği kök olan KEVN de “oluş” anlamına gelir.
{Hayat Kitabı, 881, Not: 10. M. İslâmoğlu}
   MESH: İnsanın şeklini ve suretini değiştirmek; domuzlar, maymunlar ve başka hayvanlara benzetmek veya felç edip dondurmak yahut taşa dönüştürmek anlamındadır (2/65. 5/60. 7/166).
{Beyânül-Hak. 1/311. Not: 10. Prof. Dr. M. Zeki Duman}
68-Kimin ömrünü uzatırsak /artırırsak yaşını
      Yeteneklerini kısar /tersine çeviririz yaratılışını. M. İslâmoğlu 16/70. 22/5.
      Hâlâ mı akılları ermiyor/düşünmüyorlar mı sonunu başını?
   İnsana uzun ömür verilmesi kendisi için ileriye dönük bir teminat olmayıp, aksine hayatın sonlu olduğunu daha açık biçimde görme imkânı sağlamaktadır. Şu halde inkârcıların dünyada kendilerine tanınan fırsatı ve süreyi, bitmez tükenmez bir sermaye olarak görmeleri büyük bir yanılgıdır.
{Kur’an Yolu, 4/508. Heyet, D.İ.B.}
   *Hz. Peygamber (s.a.v), erzelil-umur’dan yani ömrün en kötü durumundan, sık sık Allah’a sığınmıştır.     Lütfen “istiâze” bahsine bakınız.
69-Bizim O’na öğrettiğimiz şiir değil; [O’na da şair denilemez] 21/5. 37/36. 52/30. 69/41.
      Doğrusu ise şudur ki, şiir O’na hiç lazım olmaz/hiç gerekmez
      O [elçiye vahyedilen], ancak bir Zikir /bir ikaz [Kitâbı]dır
      Açık ve açıklayıcı bir Kur’an’dır [ki, Yüce Rabbin hitâbıdır].
  
   Ayetteki zamir Kur’an’ı da gösterebilir. Zamir Kur’an’a raci olduğuna nazaran mana: “Biz O’na şiir öğretmedik. Zira; şiirle Kur’an arasında münasebet yoktur” demektir. *Biz mealde bu manayı da yansıtmaya çalıştık.
{Hayat Kitabı, 881, not: 12. M. İslâmoğlu; Hülâsatül-Beyan, 11/4646. K.  Mehmed  Vehbi}
   Kur’an, insanların sosyal ve kültürel hayatlarında önemli bir yer işgal eden şiiri ve şairleri mutlak olarak yermemiş, bilakis şiirin iyisine ve güzeline insanları özendirmiştir. Kur’an, putperestlik döneminin İslam ilkeleriyle ters düşen şiirini yermiştir. Nitekim 26/227. ayette özellikleri anlatılan gerçek müminler, müşrik dönem şairlerini yeren hükmün dışında tutulmuşlardır.
   Sahih hadis kaynaklarında yer alan birçok hadiste de, iyi maksatla kullanılan şiir, kötülenen şiirden istisna edilmiş hatta özendirilmiştir (Buhari, Edeb: 90; İbni Mace, Edeb: 42).
   Ashâb-ı kiram arasında Rasûl-i Ekrem’in takdirlerini kazanmış birçok şair bulunmaktaydı. Bunların başında gelen Hassan b. Sabit’e: “Müşrikleri (şiirlerinde) hicvet, bil ki, kuşkusuz Cebrâil de seninle beraberdir” “Söyle! Ruhul-Kudüs de seninle birliktedir, sana yardım edecektir” buyurmuştur. (Buhâri, Bed’ül-halk, 6; Müslim, Fezâilüssahâbe, 153).
   {Kur’an Yolu, 4/179, 180. Heyet, D.İ.B. ile Evrensel Çağrı, 882, not: 49 ve 1031, not: 34. Prof. Dr. Hamdi Döndüren}
   *Ortada bu kadar delil dururken, MÂ YENBEĞIY sözünü, “yaraşmaz” veya “yakışmaz” diye çevirmek, aslında tefsirlerimize ve meallerimize yakışmaz. Müfessirlerin 38/35’deki aynı kelimeye verdikleri bir başka mana ise, nezih bir peygamberimizi, kıskanç ve bencil birisiymiş gibi göstermektedir.
    *Biz deriz ki: şiir, aslında en çok o’na yakışır.  Ama O’na her şey Furkan ile fark ettirildiğinden, başka şiire/şuura ihtiyacı yoktur. O, hikmet ehlidir ve: “Şiir, hikmetlerle doludur” kelâmının, pek kibar, pek âlicenap sahibidir.
   O, konuşuşuyla değil, duruşuyla şairdir. Onun sözleri değilse de, yaşayışı şiirdir. Kendileri bizzat şairlerin piridir ve sanatların en güzeli olan naatların zînetidir.
70-Ki [öğüt veren kişiler], hayattaki kimseyi, yalnız bu zikir’le/bu Kur’an’la ikaz etsin
      Etsinler ki kâfirler hakkındaki şu “iman etmezler” sözü[müz, hakkıyla] gerçekleşsin. (7. Ayet)    Bkz: 2/214. 3/142, 179.
     *Ölçü şu: ŞÜKÜR ve KÜFÜR, Ona buna bağlanış veya ondan bundan ayrılış değil; Kur’ân’a bağlanış veya Kur’an’dan ayrılıştır. Biz ise insanları kendi mezheplerimize, kendi meşreplerimize çağırıyoruz. Yanaşmayanları da maazallah imansız kabul ediyoruz.
   &İlk cümlenin öznesi genellikle Kur’an olarak düşünülmüştür; özne açık isim olmadığı için bunu, “peygamber uyarsın diye” şeklinde anlamak da mümkündür. Ayrıca, “uyarasın diye” anlamına gelen bir kıraat de vardır. Fakat her iki duruma göre de ifadenin özünde bir değişiklik olmamaktadır.
{Kur’an Yolu, 4/510. Heyet, D.İ.B.}
   Kur’an, insanları ve cinleri, hem uyarmak hem uyandırmak için gönderilmiştir. Rasûlüllah ve Ashâbından herhangi birinin ölüye Yâsin Sûresi’ni okudukları veya tavsiye ettiklerine dair sahih/sağlam bir haber gelmemiştir.
   Bu nedenle âlimler, Yâsin Sûresi’nin ölülere okunmasını tavsiye eden Hadis’e “zayıf” demişlerdir.
   Sahih olduğu kabul edilse bile, onun mesajlarından yararlanmaları için henüz ölmemiş ancak ölümü yaklaşan kişilere okunması söz konusu edilebilir.
   Kur’ân’ın sağ olanları ikaz etmek için indirildiğini belirten bu âyetin Yâsin Sûresi’de geçmesi de, sûrenin ölülere değil, dirilere okunması gerektiğni ortaya koymaktadır.
{Kur’an Okurken Zihne Takılan Ayetler, 387. Yrd. Doç. Dr. Abdülcelil Candan}
71-Hayvanları kendileriiçin yarattığımızı sanki görmüyorlar?
     Bizim eserimiz olan o davarlara [sayemizde] sahip bulunuyorlar.
   EN-ÂM: Deve, sığır ve koyun anlamına gelen “neam”ın çoğuludur.
   En’âm kelimesi, deve, sığır, koyun, keçi gibi evcil hayvanların yanında ceylan, geyik ve benzeri yabani hayvanları da içine alır (K. Yolu, 2/204). Kelimeyi bu belirli hayvanlarla sınırlandırarak tercüme etmek mümkün olmakla beraber, kelime bu bağlamda, insanların binmek, etlerinden, sütlerinden ve bunun gibi ürünlerinden yararlanmak üzere kendi hâkimiyetleri altına alabildikleri tüm hayvanlar için kullanılmıştır. Bu ayetten ve müteakip iki ayetten anlaşılan mana budur.
   *Öyleyse bu ayetin kapsamına at da girer, fil de girer.
{Evrensel Çağrı, 1033, not: 35. Prof. Dr. Hamdi Döndüren;  Kur’an Yolu, 4/512. Heyet, D.İ.B.}
   Tabiatları icabı vahşi olmaları gereken bu hayvanlar, acaba neden böyle ehlî ve hizmetkâr bir ruha sahipler?
   *İnsanlar bunu derin derin düşünmeliler.
{Beyânül-Hak, 1/300. Prof. Dr. M. Zeki Duman}
72-Onları biz verdik emirlerine; bir kısmını binek olarak kullanıyorlar
      Bir kısmından da besin olarak yararlanıyorlar.
73-Daha başka şekillerde de faydalanıyorlar
      Meselâ (sütlerini sağarak) içecek elde ediyorlar Mustafa Yıldız. (M. İslâmoğlu)
      Hâlâ mı şükretmiyor /hâlâ mı itaat etmiyorlar?
74-(Şükretmek bir tarafa, bir de) Allah’ın dışında da ilâhlar ediniyorlar;  (M. İslâmoğlu) 25/3.
      Onların, kendilerine yardım/şefaat edebileceklerinden ümitleniyorlar. (23. ayet) 25/73.
75-Yok hâlbuki (o sözde ilâhların) bunlara yardım edebilecek güçleri; (Mahmut Kısa) 7/53. 21.98,99. 22/73.
      Aksine, kendileri (o sahte ilâhların) hazır kıta /emre amade askerleri. (Mahmut Kısa)
   Allah’a ait bir niteliği bir başka varlığa yakıştıran insan, o andan itibaren, tanrılık yakıştırdığı şeyin veya kimsenin “emre amade askeri” durumuna düşer.
{Hayat Kitabı, 882, not: 2. M. İslâmoğlu}
76-Sözleri seni üzmesin /takma kafana [hakkında] söylediklerini;  50/39.
      İyi biliriz biz, hem [kalplerinde] gizlediklerini, hem de [dilleriyle] ilan ettiklerini. 50/45.
77-İnsan, kendisini bir spermden yaratığımızı sanki bilmiyor? 53/46. 75/37.
      O nankör, (buna rağmen bize karşı) esaslı bir hasım kesiliyor. (M. Yıdız) 22/5.
   NUTFE: Kur’an’daki kullanımlarına göre erkeğin menisi veya döllenmiş hücre (zigot) manasına gelmektedir.
{Kur’an Yolu, 4/513-514. Heyet, D.İ.B.}
   *Kur’an Yolu tefsirindeki yukarıdaki izah yanlıştır. Doğrusu ise şudur:
   Meni, nutfeleri de içinde taşıyan sıvıya verilen genel isimdir.; nutfe ise, meninin ihtiva ettiği milyonlarca spermden her birisidir (75/37). Rasûlüllah s.a.v. şöyle buyurmuştur: “Çocuk meninin tamamından meydana geliyor değildir…” (Müslim, Nikah:133). Jinekolji bilim dalında nutfe’nin karşılığı sperm, nutfetün-emşâc’ın (76/2) karşılığı ise zigot’tur.”
{Beyânül-Hak 1/313. Not: 1. Prof. Dr. M. Z. Duman}
78-Kendi yaratılışını unutuyor da, (aklı sıra) bize misal veriyor: (M. Kısa)
     “Şu kemikleri, çürüyüp dağıldıktan sonra kim diriltebilir ki?” diyor. 50/3, 11, 15.
  



   Übey bin Halef, Mekke liderlerindendi. O da arkadaşları gibi Hz. Muhammed’in peygamberliğine karşı çıkmıştı. Çok inatçı bir adamdı. Katı yürekli ve sertti. Bir gün arkadaşlarıyla toplanmış konuşuyorlardı. Kur’ân’ın sözleri karşısında şaşkınlardı. Yeni tuzaklar, yeni oyunlar peşindeydiler. Übey, arkadaşlarına şöyle dedi:
   -Muhammed, “Allah ölüleri diriltecektir” diyor. Lât ve Uzzâ’ya andolsun ki ben şimdi yanına gidip, onu susturacağım.
   Yanındakiler büyük bir keyifle onu izlemeye koyuldular. Übey, eline çürümüş bir kemik aldı ve Sevgili Peygamber (a.s.m.)’ın yanına gitti:
   -Ya Muhammed! Çürüyüp gitmiş şu kemiklerin, yeniden diriltileceğini söylüyorsun öyle mi? dedi.
   Güzeller güzeli Peygamber (a.s.m.) karşısındaki cahil adama hiç kızmadan cevap verdi:
   -Evet, ben bunu diyorum. Çünkü Rabbim öyle söz verdi, dedi.
   Übey bin Halef alaylı bir tavırla elindeki kemiği ufaladı ve tozunu havaya savurdu:
   -Demek sen bunun öyle olacağını düşünüyorsun, dedi.
   Çevredekiler dikkatle onları izliyordu. Übey konuşmaya devam etti:
   -Ey Muhammed! Peki, çürüyüp yok olmuş bu kemikleri kim diriltecek?  Ölüp gittikten sonra her şey biter ve son bulur.
   Übey büyük bir yanılgı içindeydi. Her şeyi yoktan var eden Yüce Allah, var olan bir şeyi haydi haydi yeniden yaratabilirdi. Bu, Onun bir tek emrine bakıyordu. “Ol” dediği anda herkes bir anda ölüp yeniden dirilebilirdi.  Bunu anlamak çok kolaydı. Kışın kupkuru hale gelen dalların bahar mevsiminde yeniden yeşermesi, işte bunun en güzel örneğiydi. Fakat Übey bunu anlamak istemiyordu. Sevgili peygamberimiz onu sabırla dinledikten sonra şu cevabı verdi:
   -Evet, Allah seni de öldürecek! Sonra diriltecek! Sonra da seni cehenneme sokacak!
   Übey bin Halef’in şaşkın bakışları esnasında gökten bir vahiy geldi. Cebrâil Aleyhisselâm Peygamber (a.s.m.)’a, Allâh’ın bu duruma açıklık getiren mesajlarını, yani Yâsin Sûresi’ni iletiyordu.
{canım kitabım Kur’an, 278, 279. Nurdan Damla}
79-Söyle ona. “Onu ilkin kim yarattıysa, işte O diriltir; 50/15.
      Zira Allah, yaratmanın her türlüsünü ziyadesiyle bilir.
  “ Yaratılışın tüm ilmini bilir.” (Hâluk Nurbaki)
   “O her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.” (Ali Turgut)
   HALG: Hem “yaratma” hem “yaratılanlar” anlamına geldiği için, bu cümle bu iki manayı da yansıtmak üzere şu şekilde açıklanmıştır: Allah Teâlâ, yaratılanların hepsini bütün ayrıntılarıyla, her birini, toplanan ve dağılan parçalarıyla, usulü ve fürûu, içinde bulunduğu durumları,, nitelik ve nicelikleri, her türlü özellikleriyle bilir; yaratmanın da her türlüsünü, maddeli-maddesiz, aletli-aletsiz, örnekli-örneksiz her çeşidini bilir.
{Kur’an Yolu, 4/514. Heyet, D.İ.B.}
80-O öyle bir yaratıcıdır ki, [cihanda yoktur eşi]
     Çekişen yeşilden /oksijenden, var eden odur ateşi
     Her ne zaman ki siz, [ateş yakmaya yelteniyorsunuz],
     Neticede siz, ateşi onunla/o oksijenle tutuşturuyorsunuz.

  Klasik müfessirler, ayetteki “yeşil ağaçtan” kastın, –ki bu yeşil ağaç, içinde su olan bir ağaçtır- Arabistan çölünün bazı nahiyelerinde biten ve halkın kendisinden ateş tutuşturduğu “merh” ve “afar” ismindeki iki çeşit ağaç olduğunu beyan ederler.
{Allah Kelâmı, 971, not: 25. Ali Ünal; Hülâsatül-Beyan. 11/4623. K.  Mehmed  Vehbi}
   Günümüz tefsircilerine göre ayet, petrole de işaret etmektedir. Bilindiği gibi petrol, yeşil ağaçların ve bitkilerin, toprakta çürüdükten sonra geçirdikleri kimyevî istihaleler sonucu meydana gelmektedir. Suudî Arabistan’ın da, bir zamanlar yemyeşil, şimdi ise bir petrol ülkesi olduğu malumdur.
{Allah Kelâmı, 971, not: 25. Ali Ünal}
 *Cenâb-ı Hak, istimrara/aralıksızlığa/sürekliliğe delalet eden yani hem o günü hem bugünü hem de yarını ilgilendiren muzari kipiyle “tûgıdûn/tutuşturup durmaktasınız” buyurduğu halde {k.m.vehbi}, ayeti, dün kimsenin kullanmadığı petrolle, hele hele bugün hiçbirimizin görmediği ve ancak Arabistan’ın sadece bir kısım bölgelerinde yetişen iki çeşit ağaçla tefsir etmek, evvelki müfessirler için mazeret sayılsa da, bugünkü müfessirler bu konuda mazur görülemezler.
   ŞECER kelimesi Kur’an’da iki manada kullanılmıştır. Biri “ağaç” , diğeri ise, “çekişme”  manasındadır. Ağaç manasında olan “şecere”nin misali çoktur. İkincisinin misaline gelince, 4/65’deki ŞECERA ile 56/72’deki ŞECERATEHA kelimesi “çekişme” manasındadır.  ŞECERATEHA’daki zamir NÂR kelimesine ait olup, “ateş ağacı” şeklinde hatalı olarak çevrilmektedir. Fakat ateş ağacı diye yakmaya mahsus hususi bir ağaç yoktur. Bu sebeple cümleyi “ateşin çekişmesi” diye manalandırırsak, daha makul, daha münasip olur.
{Çağımızı Aydınlatan Kur’an Mucizeleri, 185, 186. Mehmet Eminoğlu}
81- Gökleri ve yeri yaratan [O Yüce Varlık]
      Kendileri gibisini yaratırken, çeker mi darlık?  46/33.
      Bilâkis [bu iş, Ona göre çok daha kolaydır] 40/57.
      O, her şeyi bilen mükemmel bir yaratıcıdır.
82-Bir şeyi (yaratmak) istediğinde, ona sadece OL der
      Onun “ol” dediği her şey, derhal oluş sürecine girer. M. İslâmoğlu. Bkz: 2/117. 3/59. 16/40.
   Her hadisenin hakikati ve aslı manevidir. Melekût âlemi manevi âlemdir ve Allah (c.c) bu âlemde kudretini perdesiz tecelli ettirir. Dolayısıyla burada bir şeye “ol” demekle onun oluvermesi aynı andadır; ama bu oluverme işi, maddi alemde bir süreç takip eder {Allah Kelâmı’ndan kısmen. 971, not: 27}.
   Bundan bin yıllar önce hiçbirimiz yoktuk. Ses yoktu. Isı, ışık, hava yoktu. Kısacası hayat yoktu. Bir tek Allah vardı. En yetkin sıfatların sahibiydi. Bu mükemmel evreni yaratarak sonsuz gücünü, rahmetini ve sanatını gösterdi. Melek, cin ve insan gibi bilinçli varlıkları yaratarak onların kavrayışlarıyla da sanatını tanıtmak istedi. Ve varlığa ilk emri verdi: “Ol!” dedi Allah. Oluverdi varlık. Her şey o emre uydu. Ve tek kelimeyle her şey var oldu. Karanlıklar son buldu. Işık o emirle parladı. Yokluk o emirle var oldu. Yüce Allah sonsuz gücüyle evreni yarattı. Dünyayı içinde yaşanılacak bir yer yaptı. Karaları dağlar ve bitkilerle döşedi. Denizleri balıklar ve yosunlarla süsledi. Sayısız canlı varlık yarattı. Onlarla dünyayı şen ve yaşanır kıldı. Güneşi ve ayı, dünyaya hizmetçi kıldı. Güneş, ışık saçan bir avize oldu.; dünyayı aydınlattı. Aşçı oldu; meyveleri pişirdi. Isıtıcı oldu; canlıları ısıttı. Ay bir takvim oldu; zamanı hatırlattı. Gece lambası oldu; geceye ışık tuttu. Tonlarca su taşıyan bulutlardan dünyaya damla damla sular akıttı. Yerin katmanlarına petrol, kömür, altın ve daha nice madenler yerleştirdi.
   Sonsuz güç sahibi Allah, “0l” demişti. O emirle yedi kat gök kuruldu. Sema yıldızlarla süslendi. Ay yerleşti, güneş ışıltıyla gülümsedi. O emri dinlemişti her biri… “Ol” demiş, olmuştu her şey. Bilimin big-bang dediği bu oluşumu, Kur’an bize seneler öncesinden haber veriyor.
{canım kitabım Kur’an, 17, 18. Nurdan Damla}
   83-SÜBHAN’dır/mükemmeldir, eksiksizdir
     Tek kelimeyle muhteşemdir. Salih Parlak
     Her şeyin mülkiyeti, bizzat kendi elindedir.
     Nihayet /eninde sonunda hepiniz,
     Sadece ve sadece O Sübhân’a döndürüleceksiniz. (20. Ayet.) Bkz: 32/11. 50/43. 62/8.
   MELEKÛT: Egemenlik. Bu kelime mülkiyette mübalağayı ifade eder; bununla, Allah Teâlâ’nın her şeyin sahibi ve maliki olduğu, onlar üzerinde dilediği gibi ve hikmetine uygun olarak tasarruf gücünün bulunduğu anlatılmaktadır.
{Kur’an Yolu, 4/516. Heyet, D.İ.B.}
   Melekût: Her şeyin mutlak hâkimiyeti, tam mâlikiyeti, tam tasarrufudur.
{Allah Kelâmı. 917, not: 27. Ali Ünal; Ö.N.Bilmen, 6/2958}
   &Bu ayet hakkında İbni Abbas hazretlerinin, “Yasin’in ve onu okumanın niçin bu kadar faziletli olduğunu bilmiyordum; meğer bu ayetten dolayı imiş” dediği nakledilir. 
{Kur’an Yolu, 4/474. Heyet, D.İ.B.}
   Sûre Allah Tealâ’nın azamet ve kudretini beyan eden bu ayet-i celile ile son buluyor. İbn Abbas’a bu sûrenin niçin bu kadar faziletli olduğu sorulunca,  “Bunu tam olarak bilmiyorum, fakat (galiba) son ayeti yüzünden olsa gerektir” der.
{Hayat Kitabı’ndan kısmen. 871. M. İslâmoğlu}
   *Sâffât Sûresinin 130. ayeti bir kıraate göre ÊL-İ YÊSÎN şeklide okunmaktadır.  “Yâsin Ailesi” olan, yani Efendimiz’in manevi evlatlığına soyunan, yani bu sûrenin gösterdiği istikametleri düstur edinen herkes,  bizzat  Allah Tealâ tarafından: “Selâm/mutluluk/esenlik, Yâsin ailesinin üzerine olsun” denilerek selamlanmaktadır.

Artık kelamlar sussun, kalemler dursun;
Son sözü, “veciz sözlerin Efendisi”  buyursun:

   “levedettü ennehê fî galbi külle insênin ümmetî, ya’nî yêsîn”: (ehracehül hâfizul bezzâr).
   “Ümmetimin insanlarının tümünün kalbinde onun, yani Yasin’in yer edinmesini sever/isterim.”
  
{Muhtasar İbni Kesir Tefsiri, 3/154. Muhammed Ali Sâbûnî}

DERLEYEN: ABDURRAHMAN DURDU
28 MART 2012